Karanlık bir yolda yürürsün. Her tarafın siyah. En zifirisinden… Ne bir ışık görünür ne de masallarda ki dağın tepesinde bulunan tek evde yanan ışık. Hiçbirisi. Tek umudun vardır yönünü bulabilmek için : Doğacak güneş. Tam o sırada Feridun Düzağaç’ın şarkısını gelir aklına ve mırıldanırsın bir taraftan. “ Belki güneş bi gün ikimiz için doğar. ” İşte o an kaybolan hayallerin umutların bir anda tekrardan canlanır. Yaşama sevinci tekrardan gelir karanlık yolun yalnız çocuğuna. İşte böyleydi bizim sevdamız, Beşiktaşımız.
Wolfsburg’a kaybetmişti. Hemde onları yağmur, çamur, kar demeden yalnız bırakmayan taraftarı önünde.3-0 gibi net bir skorla. İşin ilginç yönü gelecekti. Önündeki maçların inanılmaz zorluğuydu. Önce Trabzon deplasmanına gidecek, sonra 6 maçtır kaybettiği Fenerbahçe’yi mabedinde ağırlayacak finali ise şeytan diyarı Old Traford’da yapacaktı. Tam kan emicilerin havasıydı.
Önce bir Çernobil faciasından daha beter bir oyunla Karadeniz’de kazandı. Takım kötüydü atağı yoktu ancak kazanmıştı Mustafa Hoca’nın talebeleri. Herkes bu oyunla Fenerbahçe’den fark yenileceğini düşünüyordu. Oysa öyle olmamıştı. Takım İnönü çimlerine öyle bir çıkıyordu ki bir anda karda açan kardelen çiçeği gibi umutlar yeşeriyordu. Ve takım Rıdvan Dilmen’in özetini yaptığı karşılaşmada rakibine saygı duyuyor ve 3-0 gibi net bir skorla kazanıyor taraftarıyla barışıyordu. Günlük güneşlik olmuştu birden her taraf. Manchester maçını bile yenilse çok koymayacaktı. Sonuçta rakip 2-3 gömlek daha üstündü. Ama buna da karşı çıkan bir takım vardı. Gittim gördüm ve yendim felsefesini uygulayıp Türk futbol tarihine altın harflerle yazılacak bir galibiyetle döndüler İngiltere’den. Daha birkaç hafta önceden asılan kesilen takım bir anda Türkiye’nin en formda en güçlü takımı oluvermişti.
Sonra o yolda karanlıklar birden bire gitmiş her taraf ışık istilasına uğramıştı. Ayrıca o yalnız çocuğun yanında binlerce insan bitivermişti. İşte böyleydi Beşiktaş. Birkaç hafta önce taraftarı kızgındı ve haklıydı. Gidecekti bu başkan. Gitmeliydi de. Çünkü aşkına verilebilecek en büyük yaraları vermişti. İnsanların gözünden sakındığı Beşiktaş’ı bir oyuncak gibi oynanıyordu ve de bu taraftarının yüreğinde derin yaralar açıyordu. Ancak unutulan bir şey vardı : Beşiktaş… Takıma destek kesilmiş herkes başkanı istifaya çağırıyordu. İşte taraftarın bir yanlışı burdaydı. Oysa maçın koptuğu anlarda tepki verilse hem skor taraftarı olmadığı hemde takıma negatif bir etki olmaması sağlanacaktı. Bu yapılan yanlışlardan biriydi. Diğer yanlış ise çok büyüktü en büyüklerden gelmişti. Yıldırım Demirören takımla olan ilgisini kesmiş temizlik sektörüne atılmıştı. Yapacaktı bu temizliği kafasına koymuştu. Ve çok büyük bir mağdur rolüyle önce televizyonlarda gazetelerde kendini acındırıyor sonra da emniyetle ortak bir projeyle Kapalı’nın gövdesine 36 tane ok atıyordu. İşte başkanın yanlışı da buradaydı. Sonuç olarak seven de suçluydu seveni yönetende. İşte bu yüzden kırgınlıklar yerli yerinde ve zamanında yapılmalı ve son olarak Masum Değiliz Hiçbirimiz şarkısı eşliğinde bu güzel ManU zaferini kutlamalıyız.
Teşekkürler Aşkların En Güzeli Beşiktaş. Teşekkürler Mustafa Hoca ve Talebeleri. Teşekkürler Beşiktaş’ın Yılmaz Bekçileri.
Hep beraber Güneş’e Yürümeye…
Saygılarımla…
25 Kasım 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder