25 Kasım 2009 Çarşamba

Masum Değiliz Hiçbirimiz...

Karanlık bir yolda yürürsün. Her tarafın siyah. En zifirisinden… Ne bir ışık görünür ne de masallarda ki dağın tepesinde bulunan tek evde yanan ışık. Hiçbirisi. Tek umudun vardır yönünü bulabilmek için : Doğacak güneş. Tam o sırada Feridun Düzağaç’ın şarkısını gelir aklına ve mırıldanırsın bir taraftan. “ Belki güneş bi gün ikimiz için doğar. ” İşte o an kaybolan hayallerin umutların bir anda tekrardan canlanır. Yaşama sevinci tekrardan gelir karanlık yolun yalnız çocuğuna. İşte böyleydi bizim sevdamız, Beşiktaşımız.
Wolfsburg’a kaybetmişti. Hemde onları yağmur, çamur, kar demeden yalnız bırakmayan taraftarı önünde.3-0 gibi net bir skorla. İşin ilginç yönü gelecekti. Önündeki maçların inanılmaz zorluğuydu. Önce Trabzon deplasmanına gidecek, sonra 6 maçtır kaybettiği Fenerbahçe’yi mabedinde ağırlayacak finali ise şeytan diyarı Old Traford’da yapacaktı. Tam kan emicilerin havasıydı.
Önce bir Çernobil faciasından daha beter bir oyunla Karadeniz’de kazandı. Takım kötüydü atağı yoktu ancak kazanmıştı Mustafa Hoca’nın talebeleri. Herkes bu oyunla Fenerbahçe’den fark yenileceğini düşünüyordu. Oysa öyle olmamıştı. Takım İnönü çimlerine öyle bir çıkıyordu ki bir anda karda açan kardelen çiçeği gibi umutlar yeşeriyordu. Ve takım Rıdvan Dilmen’in özetini yaptığı karşılaşmada rakibine saygı duyuyor ve 3-0 gibi net bir skorla kazanıyor taraftarıyla barışıyordu. Günlük güneşlik olmuştu birden her taraf. Manchester maçını bile yenilse çok koymayacaktı. Sonuçta rakip 2-3 gömlek daha üstündü. Ama buna da karşı çıkan bir takım vardı. Gittim gördüm ve yendim felsefesini uygulayıp Türk futbol tarihine altın harflerle yazılacak bir galibiyetle döndüler İngiltere’den. Daha birkaç hafta önceden asılan kesilen takım bir anda Türkiye’nin en formda en güçlü takımı oluvermişti.
Sonra o yolda karanlıklar birden bire gitmiş her taraf ışık istilasına uğramıştı. Ayrıca o yalnız çocuğun yanında binlerce insan bitivermişti. İşte böyleydi Beşiktaş. Birkaç hafta önce taraftarı kızgındı ve haklıydı. Gidecekti bu başkan. Gitmeliydi de. Çünkü aşkına verilebilecek en büyük yaraları vermişti. İnsanların gözünden sakındığı Beşiktaş’ı bir oyuncak gibi oynanıyordu ve de bu taraftarının yüreğinde derin yaralar açıyordu. Ancak unutulan bir şey vardı : Beşiktaş… Takıma destek kesilmiş herkes başkanı istifaya çağırıyordu. İşte taraftarın bir yanlışı burdaydı. Oysa maçın koptuğu anlarda tepki verilse hem skor taraftarı olmadığı hemde takıma negatif bir etki olmaması sağlanacaktı. Bu yapılan yanlışlardan biriydi. Diğer yanlış ise çok büyüktü en büyüklerden gelmişti. Yıldırım Demirören takımla olan ilgisini kesmiş temizlik sektörüne atılmıştı. Yapacaktı bu temizliği kafasına koymuştu. Ve çok büyük bir mağdur rolüyle önce televizyonlarda gazetelerde kendini acındırıyor sonra da emniyetle ortak bir projeyle Kapalı’nın gövdesine 36 tane ok atıyordu. İşte başkanın yanlışı da buradaydı. Sonuç olarak seven de suçluydu seveni yönetende. İşte bu yüzden kırgınlıklar yerli yerinde ve zamanında yapılmalı ve son olarak Masum Değiliz Hiçbirimiz şarkısı eşliğinde bu güzel ManU zaferini kutlamalıyız.
Teşekkürler Aşkların En Güzeli Beşiktaş. Teşekkürler Mustafa Hoca ve Talebeleri. Teşekkürler Beşiktaş’ın Yılmaz Bekçileri.
Hep beraber Güneş’e Yürümeye…
Saygılarımla…

7 Kasım 2009 Cumartesi

Küfürle Geldin, Gidişin de Öyle Olacak !

2004 yılının ortalarıydı.Büyük Beşiktaş klübü olağanüstü genel kurula gitmiş mevcut adaylar içerisinden en mantıklı aday olan Yıldırım Demirören’i başkanlığa seçmişti.Buraya kadar herşey normaldi.Ancak akılları karıştıran olay bunun öncesinin pek konuşulmuyor olmasıydı.Mevcut başkan Serdar Bilgili kendisine küfür edildiğini gerekçe gösterip istifa etmişti.Ve bunun sonucunda ortaya başkanına küfür edip gönderen taraftar profili ortaya çıkmıştı.Ancak işin aslı böyle değildi.Serdar Bilgili yönetiminde yer alan Demirören ve ekibi sürekli istifa ediyor sonra görevine devam ediyordu.Kulislerde Demirören’in başkanlığa oynadığı konuşuluyordu.En sonunda da Demirören ve yandaşları “Numaralı Tribünde” Serdar Bilgili’ye küfür ettirerek istifa etmelerini sağladılar.Çünkü yöneticilik yaptığı dönemden tanıdığı başkanının ancak küfürle gideceğini çok iyi biliyordu.Yani başkanlığa gelmesinin en büyük nedeni “küfür”dü.
2004 yılında geldiği Beşiktaş’a tarihinin en kötü tüm olaylarını yaşattığı yetmiyor gibi hem ekonomik açıdan hem sportif açıdan Beşiktaş’ı dibe vurmuştur.Birde bunlara verdiği sözleri yeme huyu eklenince adını Beşiktaş tarihine altın harflerle yazdırmıştır (olumsuz olarak).Kızdığı zaman masalara vururum yalanları, hakeme kızdığında maçlara PAF takımı ile çıkma palavraları, Klübün kapısından sokmam diyenleri teknik direktör yapması, kendisiyle gelenin kendisiyle gideceği yönünde açıklamaları, 6 yılda 6 kamyon futbolcu getirip geri göndermek içinde 6 kamyon para vererek geri göndermesi bunlardan en önde gelenleri.Bunların üstüne bu sene tribüne adam gönderip adam dövdürtmesi ve Beşiktaş başkanına küfür edilmez bahanesinin altına sığınmasınıda ekleyebiliriz.Eee peki başkan sana sormazlar mı ? Neden Beşiktaş tribünlerine dönüp ana avrat soy sop küfür ediyorsun.Senin küfür ettiğin insanlar sana çiçek göndertmez ki ? Hepsinden öte senin ettiğin kadar ağır küfür edecek insan değildir onlar.Sizi bitireceğim demek bir başkana yakışıyor mu ? Tepkiye varım küfüre yokum diyorsun ama sana “Yeter Yıldırım Demirören” tarzında kibarca tepkisini gösteren taraftarına küfür ediyorsun.Ve son olarak biliyorsun ki sana bu tribün daha ağır tepkiler verecek artık.Çünkü sen küfürle geldin küfürle gideceksin !